18 Aralık 2013 Çarşamba

Fatımi ve Memlük Sanatı

Fatımi Sanatı

Fatımiler Türk devleti İhşidleri ortadan kaldırarak kendilerine Mısır’da bir devlet kurmuşlardır. Kahire kentini merkez edinmişler ve etrafını surlarla çevirmişlerdir. Yapılarında kesme taş kullanan Fatımi-ler Dönemi mimarisinin en önemli özelliği cephe düzenlemesidir.
Fatımiler camilerde plan olarak Abbasilerin çok sütunlu camilerini örnek almışlar; sivri kemerler, istiridye nişli motifler ve mukarnaslar ile camilerin cephelerini hareketlendirmişlerdir.

Mukarnas
Yan yana ve üst üste yerleşen prizmatik ögelerin dışa doğru derece derece taşarak genellikle simetrik bir düzen içinde dizildiği, üç boyutlu, geçiş desteği işlevi gören bir tür mimari bezeme ögesidir.

El Ezher Camisi (970-972)
Tolunoğlu Ahmet Ca-misi’nin planı örnek alınarak Kahire’de yapılmıştır.Transept planlı yapıda, güney duvarına uzanan paralel sahınlar ortadan dikey bir sahınla kesilmiş ve iki ucuna birer kubbe yerleştirilmiştir. Camide paye yerine antik harabelerden toplanan sütunlar kullanılmıştır.


cami1 Fatimi ve Memluk Sanatı

Türkiye El Ezher Camii'restore edecek

Memlük Sanatı

Memlükler (1250-1517) Mısır’da birçok kültürel etkinlikte bulundular. Burada Türk kültür ve sanatının yerleşmesinde önemli rol oynadılar. Batı Türkistan’dan kubbeli türbeyi getirdiler. Bu türbe ile Eyyubilerin getirdiği medrese planlarını birleştirerek cami planlarında uyguladılar. Böylece yapıları hem cami hem de medrese şeklinde genişlettiler.
Memluk mimarisinde genellikle taş malzeme kullanılmıştır. Aralarında zaman farkı bulunmasına rağmen Memluk ve Fatımi yapılarının cephe ve malzemesinde ortak özellikler görülmektedir. Mukarnas, alçı, mozaik, taş süslemeler yaygındır.
Memluk mimarisinin en önemli özelliklerinden birisi de yapıların büyük boyutlarda ve külliye olarak ele alınmalarıdır.
Külliye; bir caminin etrafında inşa edilmiş medrese, türbe, imaret, sebil, kütüphane gibi çeşitli yapıların tümüne birden verilen addır.


 

Baybars Camisi (1266-1269)
Cami, dört eyvanlı avlu-suyla Büyük Selçuklu yapılarına benzer. Mihrap önü kubbesi ve eyvan, mihrap duvarına paralel olarak bölünmüş sahınları kesmektedir.Şam Emeviye Camisi’nin özelliklerini hatırlatan bu yapının, Anadolu Türk mimarisinde de benzerleri vardır.

  

Sultan Hasan Medrese Camisi (1356-1362)
Kahire’de yapılan bu yapı, dört eyvanlıdır. Ana eyvanı mescit olarak kullanılmıştır. Bu eyvana Sultan Hasan’ın türbesi eklenmiştir. Yapının önünden geçen yola uyumlu olması için portalin bulunduğu cephe eğimli yapılmıştır.
Renkli mermerle kaplı avlunun ortasında bir şadırvan vardır.
Cami, taş ve ahşap süsleme sanatının örnekleriyle görülmeye değerdir.
Plan ve portali Büyük Selçuklu etkisindedir. Portalin yanında bulunan çifte minareler Erzurum ve Sivas’ta yer alan çifte minareli Anadolu Selçuklu medreselerine benzerliği ile dikkati çeker.

  

Kayıtbay Camisi ve Türbesi (1464)
Cephesi iki çeşit renkli taştan yapılan cami Kahirede’dir. Pencereleri ve minaresi yapıya ayrı bir güzellik vermektedir.
Caminin arkasında bulunan türbe bu dönem yapılarının üslubundadır.



Kalavun Külliyesi (1284-1285)
Türbe, medrese, cami ve şifahaneden oluşan Kahire’deki külliye yüksek duvarlarla çevrilmiştir. Roman ve Gotik yapıların cephelerini andıran cephesinde at nalı ve basık sivri kemer biçiminde, çifte kemerli pencereleri vardır.

6 Kasım 2013 Çarşamba

Damla Saralı / Japon Sanatı Ukiyo-e


Ukiyo-E Japon Sanatı İzlenimleri
 Gerçektende Japon resminde insan, doğanın odağı olmaktan çıkar, iş bununla da kalmaz, üç boyutluluk kavramı da bir kenara itilir. Resmin her şeyden önce, çevre çizgisi demek olduğu, boyut kavramının yadsındığı Japon sanatına dönülür. Japonların kullandığı araçlar da Batılılardan farklıdır, ipek ya da rulo kâğıt üzerine çalışırlar, suda eritilmiş ve yapışkanla karıştırılarak elde edilen boyaları kullanırlar. Düz renkleri yan yana koyarak özgün çizgilerle biçimler yansıtılır. Yeşil-kırmızı zıtlığı kadar belirgin Siyah-beyaz zıtlığını kullanmaktan kaçınmazlar. Kullanılmayan ise gölge ve derinliklerdir. Japonların üçüncü boyutu kullanmamış olmaları onların bunu bilmemelerinden kaynaklanmıyor kuşkusuz. Bizim minyatürlerde olduğu gibi üçüncü boyutu koymayı, düz kâğıt üzerinde bir sahneyi, derinliği varmışçasına göstermeyi, akılcı bir davranışa ve sanatçının doğaya saygısına aykırı gördüklerinden, bu yolu bilerek seçmişlerdir.

Origami
     Nasıl ju-do (denge yolu), ike-bana (yasatilan çiçek), ya da karate, taşımasu, iki sözcüğün birleşmesinden oluşuyorsa, origami de Oru (katlamak) ve Kami (kağıt) sözcüklerinin birleşiminden meydana gelmektedir.. İlginçtir, bi çok saygı duyduğum japon işi gibi bu da Çin kökenlidir. Aslında kağıt katlama sanatının, kağıt yapma sanatının çıktığı yerden çıkması çok normal tabi... I. veya II. yy zamanında Çin'de çıkmış origaminin, Japonya'daki ilk örnekleri, Japonların kültürel ve artistik olarak, kelimenin tam anlamıyla coştuğu Heian dönemine (794-1185) rastlamaktadır.
    Beyaz kağıt, gizli ve kutsal öğeleri saklamak amacıyla kullanılırmış o dönemde. Sonra dinsel bir öğe olmaktan çıkmış ve yaratılan yeni modellerle çeşitlilik kazanarak biraz daha halk eğlencesi haline gelmiş. Zamanla da Kabuki (geleneksel Japon tiyatrosu) ve ukiyo-e gibi geleneksel sanatların yanında yerini almış. Şimdi ise halen tapınaklarda rastlanmakla beraber, evlilik törenlerinde kağıt kelebekler damat ve gelini temsil eder ve 1000 tane turna kuşu yapanın da dileğinin gerçekleşeceğine, uzun ve iyi bir yaşam sürecegine inanılırmış mesela. 19.yy.'ın ortalarına doğru 70'e yakın farklı origami tasarımı yaratılmış durumdayken japonya'nın modernleşmesi ile beraber, tören ve festivaller için yapılması hariç, origamiye olan ilgi azalmıştır. Ancak origami tarihinde dönüm noktası olan hüzünlü bir olay var ki, hemen kısaca ona değinmeliyim;
Hiroşima'da, atom bombasının patlaması sonucunda radyasyon etkileriyle Lösemi hastası olan 11 yaşındaki Sasaki Sadako isimli bir çocuk varmış. İyileşmek için inanışa uygun olarak 1000 tane turna kuşu yapmaya karar vermiş. Fakat küçük vucudunu yiyip bitiren hastlalık ancak 644 tanesini bitirebilmesine izin vermiş. Arkadaşları da onun yerine sayıyı tamamlamış ve cenaze töreninde mezarını turna kuşlarıyla kaplamışlar. Bu olay o günün Hiroshima'da Dünya çocuk barış günü olarak kutlanmasına ve onuruna Sadako 'nun Seatle'da bir heykelinin yapılmasına vesile olmuş. Bu sebeptendir ki, her sene Ağustos ayının 6'sında kutlanan barış gününde, dünya çapında birçok çocuk tarafından yapılan turna kuşları Hiroshima'ya gönderilir.

wu-red-dragon    gergedan
     Red Dragon, Joseph Wu                                Gergedan, David Bill


alien  arasaurolopus_baby  beetle  eagle_koh  sorceror  mantis
                                                      Çağdaş Origami Modelleri

origamicobrakj9  origami_swans

Çay Töreni



                                      Sadō'nun kurucularından Sen no Rikyu (1522-1591)
"Sadō" (Çay Yolu) veya "Çanoyu" (Çayın sıcak suyu) adı verilen çay töreni 15. yüzyıla kadar geriye gider. Törenin esası, ev sahibinin konuklarına çay hazırlaması gibi gündelik bir ihtiyaca dayanır. Çay ikramı zaman içinde törensel bir nitelik kazanmıştır. Ev sahibi ve konuklar bu törenin ayrıntılı kurallarına büyük bir ciddiyetle uyarlar. Bu kurallar töreni olabildiğince sadeleştirir. Çay töreni başlı başına kurallar bütününden ibaret değildir. Bunun için bahçe düzenlemesinden çay odasının döşenmesine kadar birçok ön hazırlığın özenle önceden yapılmış olması gerekir. Çay törenine hazırlanmak, mimariden seramiğe, bahçecilikten tarihe, dinden güzel yazma sanatına kadar birçok alanda asgari bilgileri öğrenmek anlamına gelmektedir. Bu hazırlıklar çay töreninin mükemmelliği için şarttır. Bahçenin güzellikleri arasından çay odasına geçen konuklar, gördükleri güzellikler ve yaşadıkları sükunetle çay törenine hazırlanmaktadırlar. Çay töreninde ağırlıklı olarak Zen Budizm'in etkisi görülür. Tören ilk bakışta can sıkıcı bir oyun, gereksiz kurallar bütünü gibi gelebilir. Ancak amaç çay yapıp içmekten çok, doğaya karışmak, onun içinde kaybolmak, bu yolla ruhu aydınlatmaktır. Doğallığın yanı sıra sükunet, sadelik estetik ve zarafetle örülü bir arınma sürecidir çay töreni. Hareketler son derece yavaştır, bu nedenle çay yapımı için gerekli eylemlerde olabildiğince tasarruflu olup, yapılması gereken hareketleri çok incelikle hesaplayıp, bunu zarafetle gerçekleştirmek gerekmektedir. Sonuçta ortaya çıkan uyum, ölçülülük ve güzellik izleyenlerin ruhunda ve zihinlerde kalıcı izler bırakacaktır.

Shodoo
    Shodoo birebir çevirisiyle, geleneksel anlamda hat sanatına son derece benzeyen bir sanat. Elbette Çin karakterleri ile birlikte binlerce yıllık süreçte Çin'den ithal edilen bu sanat, bugün son derece popüler. Bunun bir nedeni de okullarda ders olarak gösteriliyor olması. Hat sanatı gibi kaligraqfide de sabır, içe dönük düşünce ve murakabe ön plana çıkarılıyor. Bir harfin kaligrafi değerini kazanabilmesi için belki de binlerce kez yazılması gerekiyor.


KADOO

Japonlar seremonilerinde hep dingin bir ruha sahip olup doğayla bir yaşamaya çalışırlar. Kadō (Halk diliyle İkebana da denir) da dünyaca ünlü Japon çiçek süsleme sanatıdır.


Kabuki

Kabuki, bir Japon halk tiyatrosu türüdür. 17. yüzyılın başlarında doğmuştur. Bu oyunun ilk temellerini aralarına güldürücü skeçler eklenen dans ve pandomim temsilleri oluşturuyordu.
Kabuki oyunlarını ilk kez sahneye koyan kişi antik Japon şintoist tapınağında dansçılık yapan Okuni'dir. İlk önceleri tapınakta doğan ve doğal olarak dinî unsurlar içeren Kabuki oyunları, zamanla din etkisinden kurtuldu ve tahrik edici dansların, hareketlerin, konuşmaların sergilendiği oyunlar hâline geldi. Bu nedenle Japonya'da 1629 yılıa gelindiğinde kadınların sahneye çıkması yasaklanmıştır. Kadınlara getirilen sahne yasağı nedeniyle kadın rollerinde, kılık değiştirerek sahneye çıkan erkekler kullanılmışsa da erotik sahnelerde iki erkeğin birbirine yakınlaşması ahlâk dışı sayıldığı için oyunlar 1652 yılında yasaklanmıştır.
Kabuki, dinî nitelikten uzaklaştıkça sahne diyaloglarına ve aksiyona önem verilmiş, işin içine drama da katılarak içerik bir diğer Japon halk tiyatrosu türü olan Noh'a oldukça benzetilmiştir. Fakat Kabuki geliştikçe, sahne ve perde yapısında değişiklikler oluşmuş, teknik bakımdan Noh ile oyunlarından kendini sıyırmıştır.


375px-Miyagawa_Issho_hand_scroll
     
       Erkeğe sergilenen oyunlardan biri

       










                  Bir Kabuki Performansı
Haiku
Haiku (Türkçesi eğlenceli mısra) bugün tüm dünyada meşhur olan geleneksel bir Japon şiir türüdür. Dünyanın en kısa şiir türü sayılır.
En önemli Haiku şairleri arasında Matsuo Basho (1644-1694), Yosa Buson (1716-1783), Kobayassi Issa (1763-1827) ve Masaoka Shiki (1867-1902) gösterilebilir. Bashō öğrencileriyle Haikai şiirini yenilemiş ve ona ciddi bir edebiyat saygınlığı kazandırmıştır. Shiki modern Haiku'nun kurucusu sayılır. Aynı zamanda Haiku kavramının (Haikai veya Hokku karşısında) yerleşmesini sağlayan da o olmuştur.
Japon Haiku'ları çoğunlukla 5-7-5 ölçülü üçlü kelime öbeklerinden oluşup kelimeler sütun halinde yan yana sıralanır. Haiku'nun vazgeçilmez bir unsuru da somutluğu ve hali hazıra olan bağlantısıdır. Bilhassa geleneksel Haikular Kigo ile mevsimlere imada bulunurlar. Temel özellikleri olarak okuyanın kendi tecrübesiyle tamamladığı bitmemiş, açık metin karakteri de gösterilebilir. Metinde her şey söylenmezken duygular nadiren isimlendirilir ve bunların şiirde yer alan somut şeyler ve bağlamdan çıkarılmaları lazım gelir.

Modern Haiku ekolleri tüm dünyada sadece geleneksel şekilleri değil, aynı zamanda bazı metin biçimlendirme kurallarını da sorgulayıp yeni yollar bulmaya çalışıyorlar.

Haiku, şiir


22 Ekim 2013 Salı

MEZOPOTAMYA UYGARLIĞI

MEZOPOTAMYA UYGARLIKLARI

Mezopotamya
Güneydoğu Anadolu'dan başlayarak, Basra Körfezine kadar uzanan, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgeye Mezopotamya denir. Mezopotamya Verimli topraklara sahip olması, iklim şartlarının uygun olması gibi nedenlerden dolayı sık sık istila ve göçlere sahne olmuş, insanlar arasındaki kültür etkileşimi fazla olduğundan medeniyet bu bölgede gelişmiştir.


  • Anadolu'ya Kafkaslar'dan geldikleri tahmin edilmektedir.
  • Kızılırmak çevresinde kurulmuştur. Başşehirleri HATTUŞAŞ (Boğazköy)'dır.
  • Hititler Suriye toprakları için Mısır ile yaptıkları savaş sonucunda KADEŞ ANTLAŞMASINI imzaladılar. Kadeş Antlaşması tarihte bilinen ilk antlaşmadır.
  • Hititler'de asillerden oluşan PANKUŞ denilen bir meclis vardı. Bu meclis kralın yetkilerini kısıtlıyordu.
  • Hititlerde kraldan sonra en yetkili kişi TAVANANNA denilen kraliçeydi.
  • Hititler krallarının hayatlarını anlatan ANAL adını verdikleri yıllıkları hazırlayarak, tarafsız TARİH YAZICILIĞI'nı başlatmışlardır.
  • Hititler kayaları düzleştirerek, tanrı kabartmaları yapmışlardır. ( İvriz ve Yazılıkaya Kabartmaları Hititlere aittir.)
  • Hititler Asurlular tarafından yıkıldılar.
 

            Kadeş Antlaşması



    LİDYALILAR

  • Bugünkü Gediz ve Menderes ırmakları arasındaki bölgeye eski çağlarda LİDYA deniliyordu.
  • Başkentleri SARDES(Sard)'dır.
  • Lidyalılar ticarette geliştiler. Tarihte PARA'yı ilk kez kullanan Lidyalılar'dır.
  • Lidyalılar Efes'ten başlayıp, Mezopotamya'daki Ninova'ya kadar uzanan KRAL YOLU'nun açılmasında etkili oldular.
  • Lidyalılara Persler son vermiştir.
  • Lidyalıların kısa zamanda yıkılmasının sebebi, ordularının çeşitli kavimlerden toplanan ücretli askerlerden oluşmasıdır.(Düzenli ve sürekli milli ordusunu oluşturamamıştır.)
 

  • Anadolu M.Ö 543-333 yılları arasında İran'da kurulan PERS İMPARATORLUĞUNUN hakimiyetinde kaldı.

 




  • Birbirinden bağımsız SİTE denilen şehir devletleri halinde yaşadılar. En önemli şehirleri; Ur, Uruk, Lagaş'tır. Bu şehir devletleri ENSİ veya PATESİ denilen Rahip-krallar tarafından yönetiliyordu.
  • Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin tapınaklarına ZİGGURAT denirdi.
  • Mezopotamya'da evler ve tapınaklar taş az olduğundan kerpiç ve tuğladan yapılmıştır.
  • NOT: Hem bu özelliğinden hem de sık sık istilalara uğradığından bu yapılar günümüze kadar ulaşmamıştır
  • Günümüz Uygarlığının temeli olan yazıyı (ÇİVİ YAZISI) ilk kez Sümerler bulmuştur.(MÖ. 3500)
  • Tarihte İlk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlere dünyadaki ilk Hukuk devleti diyebiliriz.
  • NOT: Lagaş Kralı URUKAGİNE tarafından oluşturulan ilk yazılı kanunlar "fidye ve bedel" sistemine dayanıyordu.
  • Sümerlerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikayesi'dir.
  • Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atnışlardır. (Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır.)
  • Sümerler astronomide de gelişmişlerdir. (Burçları bulmuşlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır.
  • NOT: Dünyada ilk kez AY YILI hesabına dayanan takvimi Sümerler bulmuşlardır.
  • Son araştırmalara göre örf, adet,geleneklerine ve dil yapılarına, kullandıkları aletlere bakılarak Sümerlerin Mezopotamya'ya Orta Asya'dan geldikleri Türk olabilecekleri tahmin edilmektedir.
  • Akkadlar tarafından yıkılmışlardır.
 




  • Arap Yarımadasından Mezopotamya'ya gelen Sami kökenli bir kavimdir.
  • İlk sürekli ve düzenli orduları kurmuşlardır. (Bu sayede kısa zamanda Mezopotamya'nın tamamına sahip olmuşlardır.)
  • Tarihte bilinen ilk büyük imparatorluğu kurdular.
  • Kurucuları SARGON, başkentleri AGADE'dir. (Tapınaklarına da AGADE denilirdi.)
  • En önemli mimari eserleri ZAFER ANITI'dır.


  • İlk "Mutlak Krallık" anlayışı Babil'de ortaya çıkmıştır.
  • Ünlü kralları HAMMURABİ, ilk ANAYASA olarak bilinen "Hammurabi Kanunlarını" oluşturdu. (Bu kanunlar Sami geleneklerinden ve Urukagine kanunlarından yararlanılarak hazırlanmıştır.)
  • "Babil Kulesi" ve "Babil'in Asma bahçeleri" en önemli eserleridir.
 



  • Yukarı Mezopotamya'da(Güneydoğu Anadolu) kurulmuşlar, Toroslar ve Kapadokya'ya kadar yayılmışlardır.
  • Anadolu'da ticaret kolonileri kurdular. (KÜLTEPE'de
  • Çivi yazısını Anadolu'ya öğreterek, Anadolu'da tarih devirlerini başlattılar.
  • Tüm çivi yazılı eserleri başkentleri NİNOVA'da toplayarak, ilk KÜTÜPHANECİLİK ve ARŞİVCİLİK faaliyetini başlattılar.
 


Sonraki Dönemlerde Mezopotamya


           Mezopotamya Büyük İskender'in Persleri egemenliği altına alışına kadar Perslerin egemenliği altında olmuştur. Daha sonra bir süre Pers imparatorluklarının egemenliği altında kalmış, daha sonra Romalılar kuzeybatı bölümünü egemenlikleri altına almışlardır. Pers Sasani İmparatorluğu döneminde egemenlikleri altındaki Mezopotamya'nın büyük kısmı Del-i Iranşahr yani "İran'ın Kalbi" olarak anılmaya başlanır ve başkent Mezopotamya'da yer alır. M.S. 7. yüzyılın erken dönemlerinde Arap halifeleri Şam'ı kontrol altına alır ve zaman içinde Mezopotamya Arapların egemenliği altında tekrar birleşir. Yine de bu dönemde iki vilayet şeklinde idare edilir: kuzeyde Musul başkent, güneyde Bağdat başkenttir ki Bağdat daha sonra hilafetin de başkenti olur ve 1258 yılına kadar böyle kalır. 1508-1534 arasında Safaviler kısa bir dönem için Mezopotamya'yı kontrolleri altına alsalar da 1535'te Osmanlılar (Türkler) Bağdat'ı egemenlikleri altına alırlar. Osmanlı Devleti'nin egemenliği sırasında Mezopotamya üç vilayete ayrılarak idare edilir: Musul, Bağdat ve Basra. I. Dünya Savaşı'nın sonunda Mezopotamya kısa bir süre için İngilizlerin yönetimine geçer ve İngilizler bugünkü Suriye ve Irak'ı bir Haşimi yöneticiye bağlı bir devlet olarak kurar. 1920'de İngilizler tarafından Irak ulus devleti kurulur ki bugünkü Irak sınırlarının yanı sıra bugünkü Kuveyt de sınırlara dahildir. Daha sonra 1961 yılında Kuveyt bağımsızlığını ilan eder.